AL-İ İMRAN 37 / 38 |
فَتَقَبَّلَهَا
رَبُّهَا
بِقَبُولٍ حَسَنٍ
وَأَنبَتَهَا
نَبَاتاً
حَسَناً وَكَفَّلَهَا
زَكَرِيَّا
كُلَّمَا
دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا
الْمِحْرَابَ
وَجَدَ
عِندَهَا
رِزْقاً
قَالَ يَا
مَرْيَمُ
أَنَّى لَكِ
هَـذَا قَالَتْ
هُوَ مِنْ
عِندِ
اللّهِ إنَّ
اللّهَ
يَرْزُقُ
مَن يَشَاءُ
بِغَيْرِ
حِسَابٍ {37} هُنَالِكَ
دَعَا
زَكَرِيَّا
رَبَّهُ
قَالَ رَبِّ
هَبْ لِي مِن
لَّدُنْكَ
ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً
إِنَّكَ
سَمِيعُ
الدُّعَاء {38} |
37.
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı ve onu güzel bir bitki
gibi büyüttü. Onu Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya onun yanına,
mihraba her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. "Ey Meryem, bu sana
nereden?" derdi. "O, Allah tarafındandır" derdi. Şüphe yok ki
Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
38. İşte
orada Zekeriyya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana katından temiz bir şey
bahşet. Muhakkak Sen, duayı işitensin" dedi.
Yüce Allah'ın;
"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı" buyruğu,
Allah onu kutlu olanların yoluna iletti, demektir. Bu açıklama İbn Abbas'tan
nakledilmiştir. Bazıları da şöyle demiştir:
"Kabul" onu
terbiye etmeyi, işlerini görmeyi üstlenmek demektir. el-Hasen der ki: Kabul
etmenin anlamı şudur: O gece veya gündüzün kısacık bir anında dahi ona azap
etmemiştir.
"Ve onu güzel bir
bitki gibi büyüttü." Yani hilkatini eksiksiz ve fazlasız olarak gayet
güzel bir şekilde tamamladı. Bir günde bir başka çocuğun bir yıllık sürede
büyüdüğü kadar büyüyordu. "Kabul" ve "nebat" (kabul etmek
ve bitirmek), gelmeleri gereken vezinden başka şekilde gelmiş masdardırlar.
Yani bunlar (birer
mutlak meful olarak) aslında (...) şeklinde gelmeli idiler. Şair der ki:
"Ölümü benden geri
çevirdikten sonra Ve sen bana yayılan yüz deve verdikten sonra nankörlük mü
ederim?"
Şair (...) ile
"vermen" şeklinde masdarı kastetmiştir. Ancak Yüce Allah'ın:
"Onu bir bitki gibi büyüttü" diye buyurmuş olması; (...): Bitti, fiil
köküne delil teşkil etmektedir. Nitekim İmruu'l-Kays: "Sonunda o en güzel
yere vardık ve oldukça nazikleşti sözlerimiz, Ben boyun eğdirmek istedim
zorluğa o da ne biçim boyun eğdi!"
Burada Boyun eğdi,
kelimesinin masdarı (...) dır. Ancak o bu masdarı Boyun eğdirdi, anlamına
kullanmıştır. Bu kabilden karşılaşılacak bütün kelimeler bu şekildedir. Buna
göre (...) ile (...) nin anlamı (kabul etmek demek olup) birdir. Öyleyse burada
buyruğun anlamı: Onun Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu, şeklindedir.
Ru'be'nin şu sözü de bunu andırmaktadır: "Ve ben yılanın büküldüğü gibi
büküldüm."
Çünkü (...) nın anlamı
ile (...) ın anlamı (büküldüm demek olup) birdir.
el-Katami'nin şu sözü de
bu türdendir: "İşin en hayırlısı senin karşına çıkandır Yoksa onun
arkasından giderek bulmaya çalıştığın değil." Çünkü burada (...) ile (...)
(arkasından gittiğin, demek olup) birdir.
İbn Mes'ud:
"Melekler indirildikçe indirilir'' (Furkan, 25) buyruğunu (...): Melekleri
indirdikçe indirir" diye okumuştur. Çünkü (...) ile (...) indirdi, demek
olup anlamları birdir. el-Mufaddal der ki: Buyruk: O, onu bitirip yetiştirdi, o
da güzel bir şekilde bitip yetişti; anlamındadır. Ancak belirttiğimiz gibi
manaya riayet daha uygundur.
"Kabul"
kelimesinde asl olan ötreli olmasıdır. Çünkü bu kelime de "duhul ve huruc:
Girmek ve çıkmak" kelimeleri gibi bir masdardır. üstün ise çok az
harflerde sözkonusu olur. el-Velu ile el-Vezü' gibi. İşte bu şekilde üstün olma
(kabul) gibi yalnız şu üç kelime de dir başkalarında yoktur, Bunu Ebu Amr ile
el-Kisai vesair lügat imamları (ileri gelen bilginleri) söylemiştir. ez-Zeccac
ise aslı üzere "kaf" harfini ötreli olarak "kubül"
şeklindeki okuyuşu da caiz kabul eder.
Yüce Allah'ın: "Onu
Zekeriyya'nın himayesine verdi" buyruğu, yani onu Zekeriyya'ya kattı
demektir. Ebu Ubeyde ise, işlerini görmeyi Zekeriyya üstlendi, diye
açıklamıştır. Küfeliler bu kelimeyi şeddeli olarak: (...) diye okumuşlardır. O
bakımdan bu kelime iki mef'ule geçiş yapar. İfadenin takdiri şöyledir: Rabbi,
onu Zekeriyya'nın himayesine verdi, Yani onu himaye etmekle Zekeriyya'yı
görevlendirdi, Bunu ona takdir buyurdu ve ona kolaylaştırdı.
Ubeyy (b, Ka'b)in
Mushafında ise bu kelime (...) şeklindedir. Bu şekilde başa gelen hemze ise,
mef'üle geçiş konusunda kelimenin şeddeli olması gibidir. Bundan önceki
"Onu kabul etti, onu büyüttü" kelimeleri de böyledir. Yüce Allah
kendi zatı hakkında Meryem için ne yaptığını haber vermekte ve buna bağlı
olarak buyruk: (...) Onu himayesine verdi" şeklinde gelmiştir.
Diğer kıraat imamları
ise fiili Zekeriyya'ya isnad etmek esasına göre hafif (şeddesiz) okumuşlardır.
Buna göre Yüce Allah bize, onun bakımını ve işlerini görmeyi üstüne alanın
Zekeriyya olduğunu haber vermiş olmaktadır. Yüce Allah'ın: "Meryem'in
bakımını hangisi üzerine alacak?" (AI-i İmran, 44) buyruğu buna delalet
etmektedir. Mekkı der ki: Tercih edilen de budur, Çünkü kelimenin şeddeli
olmasının anlamı hafif olmasının anlamına racidir. Zira Yüce Allah onu
Zekeriyya'nın himayesine verecek olursa, o da Allah'ın emriyle bunu himayesine
almış olur, Diğer taraftan eğer Zekeriyya bizzat bunu kendiliğinden himayesine
almış ise, bu da Allah'ın meşiet ve kudretiyle olmuş bir iştir. Buna göre her
iki kıraatin anlamı birbiriyle içiçedir.
Amr b, Müsa, Abdullah b.
Kesir'den ve Ebu Abdullah el-Müzenı'den bu kelimeyi "fe" harfi esreli
olarak (...) şeklinde okuduğunu rivayet etmektedir. el-Ahfeş der ki: Bu kelime
(...) şeklinde söyleniyor ise de ben (...) diye söylendiğini işitmedim, Ancak
bu şekilde bir söyleyiş de sözkonusu edilmiştir.
Mücahid, "Onu kabul
etti" kelimesini, kabul buyur, şeklinde dua ve niyaz anlamını vermek üzere
"lam" harfini sakin olarak (...) şeklinde "rabbi"
kelimesini de bir muzafın nidası olmak üzere mansub olarak; (...) (şeklinde, "büyüttü"
kelimesini (...) diye "te" harfini sakin olarak "onu (himayesine
verdi)" kelimesini "lam" harfini sakin olarak (...) şeklinde,
"Zekeriyya" kelimesini de medli ve mansub olarak (...) diye
okumuştur, Hafs, Hamza ve el-Kisai ise "Zekeriyya" kelimesini medsiz
ve hemzesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri ise medli ve hemzeli olarak
okumuşlardır. el-Ferra der ki: Hicaz halkı "Zekeriyya" kelimesini hem
medli hem medsiz olarak okurlar. Necid halkı ise bundan "elif"
harfini hazfeder ve bu kelimeyi munsarif yapar ve (...) derler.
el-Ahfeş der ki: Bu
kelimenin dört türlü söyleyişi vardır: Medli kasırlı, "ya" harfi
şeddeli ve munsarıf olarak (...) şeklinde ve (cer ve nasb halinde): (...)
şeklinde kullanırlar.
-Ebu Hatim der ki: (...)
şeklinde munsarif değildir. Çünkü bu kelime Arapça olmayan (Acemi) bir
kelimedir. Ancak bu yanlıştır. Çünkü bu şekilde "ya" bulunan bir
kelime "kürsi ve Yahya" kelimeleri gibi munsarıf olur. Ancak med ve
kasr halinde Zekeriyya munsarıf olmaz. Çünkü bunda hem müenneslik elifi hem
ucmelik (Arapçadan başka bir dilden olmak) ve hem de marife (özel isim) olmak
sözkonusudur.
[ - ]
Yüce Allah'ın:
"Zekeriyya onun yanına mihraba her gelişinde yanında bir yiyecek bulurdu
... Muhakkak Sen duayı işitensin dedi" buyruğuna dair açıklamalarımızı da
dört başlık halinde sunacağız:
1- Hz. Meryem ile Hz. Zekeriyya:
2- Her Türlü Dua Allah'adır.
3- Allah'tan Çocuk Sahibi Olmayı
Dilemek:
4- Çoluk çocuğun Hidayet Bulmaları için
Allah'a Dua Etmek:
1- Hz. Meryem ile Hz.
Zekeriyya:
Yüce Allah'ın:
"Zekeriyya onun yanına mihraba her girişinde ... " buyruğundaki
mihrab kelimesi sözlükte, oturulan bir yerdeki en değerli mekan demektir.
İleride buna dair daha etraflı açıklamalar Meryem Süresi'nde (11. ayet 1.
başlıkta) gelecektir. Haberde nakledildiğine göre Hz. Meryem yüksekçe bir odada
bulunuyordu. Hz. Zekeriyya da yanına bir merdivenle çıkıyordu. Veddahu'l-Yemen
der ki: "O bir mihrabın sahibidir yanına geldiğimde Bir merdivenle
çıkmadıkça onunla karşılaşamıyorum."
Yani, onun yüksekçe bir
odası vardır demektir.
Ebu Salih de İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: İmran'ın karısı yaşlandıktan sonra
hamile kaldı. Karnında bulunanı hür olarak adadı. İmran ona: Yazık sana ne
yapıyorsun? Ya doğurduğun dişi olursa? diye sordu. Bundan dolayı her ikisi de
kedere kapıldı. Hanne henüz hamile iken İmran vefat etti ve kız doğurdu. Allah
da onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu. Halbuki o zamana kadar erkeklerden
başkaları hür olarak hizmete alınmıyordu.
Hahamlar kendileriyle
vahyi yazdıkları kalemleriyle -ileride geleceği üzere aralarında kur'a
çektiler. Zekeriyya onu himayesine aldı ve onun için özel bir yer yaptı. Yaşı
ilerleyince ona ancak bir merdivenle çıkılabilecek bir mihrab (yüksekçe bir
oda) yaptı, onun için bir süt anneyi ücretle tuttu. Kapıyı da üzerine
kapatıyordu. Onun yanına Zekeriyya'dan başka kimse girmiyordu. Büyüyünceye
kadar böyle devam etti. Ay hali olduğu vakit, onu çıkartıp evine götürür ve
teyzesi yanında kalırdı. Teyzesi el-Kelbı'nin görüşüne göre Zekeriyya'nın
hanımı idi. Mukatil der ki: Meryem'in kızkardeşi Zekeriyya'nın hanımı idi. Ay
halinden temizlendiği vakit gusleder ve Zekeriyya da onu geri mihrabına
götürürdü.
Kimi ilim adamı der ki:
Meryem ay hali olmazdı, o ay halinden temizlenmişti. Zekeriyya da onun yanına
girdiği vakit, yazın kış meyvesini, kışın da yaz meyvesini yanında bulurdu. Ey
Meryem, bu sana nereden geliyor? diye sorunca o: Allah'tan, diye cevap verirdi.
Bunun üzerine Zekeriyya çocuk sahibi olmayı arzulayarak ona bunları veren, bana
da bir evlat bağışlamaya kadirdir, dedi.
(...), Ebu Ubeyde'ye
göre (...) "Nereden" demektir. en-Nehhas ise der ki: Ancak böyle bir
açıklama kolaya kaçıştır. Çünkü ''Nere" kelimesi yerler hakkında soru için
kullanılır. (...) kelimesi ise yer ve yol hakkında soru edatı olmak üzere kullanılır.
Burada ise, bu meyve sana hangi taraftan, hangi cihetten geliyor? demektir.
el-Kumeyt bu iki edatı farklı anlamda kullanarak şöyle demiştir:
"Nereden ve hangi
taraftan sevinç sana gelip döndü?
Şevk ve arzunun da
olmadığı, şüphenin de bulunmadığı bir yerden (mi)?
"Her" anlamına
gelen (...) kelimesi ise "bulurdu" kelimesiyle nasbedilmiştir. Yanına
girdiği her seferinde ... bulurdu, anlamındadır.
"Şüphe yok ki Allah
dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır" buyruğunun Hz. Meryem'in
sözlerinin devamı olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte onun sözleri olmayıp
yeni bir cümle olması da mümkündür. İşte bu, Hz. Zekeriyya'nın Allah'a dua edip
evlat istemesine sebep olmuştu.
2- Her Türlü Dua
Allah'adır.
Yüce Allah'ın:
"İşte orada Zekeriyya Rabbine dua etti" buyruğundaki:
(...): Orada"
kelimesi asıl itibariyle mekan için olmakla birlikte, hem zaman hem mekan için
kullanılabilen bir zarf edatıdır ve burada nasb mahallindedir.
el-Mufaddal b. Seleme
ise der ki: (...) kelimesi zaman için (o takdirde anlamı: O vakit, olur); (...)
kelimesi ise mekan için kullanılır. Kimi zaman birinin diğerinin yerine
kullanıldığı da olur.
"Rabbim bana
katından" nezdinden "temiz bir soy" salih bir nesil
"bahşet" bağışla!
Soy (zürriyet) tekil de
olabilir, çoğul da olabilir, erkek için de kullanılabilir, dişi için de
kullanılabilir. Burada ise tekildir. Buna Yüce Allah'ın: "Bana kendi
katından bir veli (evlat) ihsan et.'' (Meryem, 5) buyruğu delalet etmektedir.
Burada "veliler" dememiştir. "Temiz" anlamına gelen (...) kelimesinin
müennes gelmesi ise, zürriyet lafzının müennes olduğundan dolayıdır. Şairin şu
sözlerinde olduğu gibi: "Senin baban bir halifedir, onu bir başkası
doğurmuştur Ve sen de halifesin işte kemal budur."
Burada görüldüğü gibi
(...): Onu doğurmuştur, kelimesini müennes söylemesinin sebebi (...): Halife
kelimesinin müennes oluşundan dolayıdır.
Enes yoluyla gelen
hadis-i şerifte de Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Her kim ölür de geriye iyi bir soy (...) bırakırsa, Allah ona o
kimselerin amellerinin ecrinin bir benzerini yazar ve onların ecirlerinden de
hiçbir şey eksiltmez. "
Bakara Suresi'nde (124.
ayet 19. başlıkta) "soy" anlamına gelen "zürriyet"
kelimesinin türeyişine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
"Temiz" yani
salih ve mübarek "bir soy bahşet. Muhakkak Sen duayı işitensin" onu
kabul edensin.
"Allah hamdeden
kulunu işitti yani "duasını kabul buyurdu" ifadesi de buradan
gelmektedir.
3- Allah'tan Çocuk
Sahibi Olmayı Dilemek:
Bu ayet-i kerime çocuk sahibi
olmayı istemenin lehine bir delildir. Böyle bir istekte bulunmak, resullerin ve
sıddiklarin sünnetidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun Biz
senden önce peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve zürriyet (evlatlar)
verdik. "(er-Ra'd, 38) Müslim'in Sahih'inde de Sa'd b. Ebi Vakkas'tan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Osman dünyadan el etek çekmek istedi. Ancak
Resulullah böyle birşey yapmayı ona yasakladı. Şayet izin vermiş olsaydı biz de
kendimizi iğdiş ederdik.
İbn Mace de Aişe
(r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Nikah benim sünnetimdendir. Her kim sünnetim gereğince amel etmezse
benden değildir. Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı
övüneceğim. Her kimin imkanı müsaitse nikahlansın. İmkan bulamayan ise oruç
tutsun. Çünkü oruç şehveti keser."
İşte bu; "çocuk
isteyen ahmaktır" diyen kimi cahil mutasavvufların kanaatini
reddetmektedir. Böyle bir kimse, asıl ahmak ve şaşkın olduğunu bilmiyor. Yüce
Allah İbrahim el-Halil'den şu şekilde dua ettiğini bize haber vermektedir:
"Ve benden sonrakilerde de benim için güzel övgü (lisan-ı sıdk)
bırak!" (Şuara, 84) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Ve onlar
ki:
Rabbimiz, bize eş ve
çocuklarımızdan gözlerimizin aydınlığı olacak kimseler ver ve bizi takva
sahiplerine önder kıl! diye dua ederler. "(el-Furkan, 74)
Buhari de buna binaen:
"Çocuk İsteme Babı" diye bir başlık açmıştır. Hz. Peygamber de oğlu
vefat ettiğinde Ebu Talha'ya şöyle dedi: "Bu gece hanımınla bir arada
oldun mu?" Ebu Talha: Evet deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Allah geçirdiğiniz gecenizi mübarek kılsın." Ebu Talha dedi ki o
gece hanımım hamile kaldı. Yine Buhari'de şöyle denilmektedir: Süfyan dedi ki:
Ensardan bir adam şöyle dedi: Ben onun dokuz çocuğunu gördüm hepsi de Kur'an'ı
okuyup öğrenmişlerdi."
Yine Buhari şöyle bir
başlık açmıştır: "Bereket ile birlikte çok çocuk sahibi olmak için dua
etmek." Daha sonra Enes b. Malik'in rivayet ettiği hadisi naklederek der
ki: Umm Süleym: Ey Allah'ın Rasülü dedi. Bu Enes senin hizmetkarındır. Sen onun
için Allah'a dua et. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'ım, sen ona çokça
mal ve evlat ver ve ona verdiklerinde de bereket ihsan et."
Yine Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur. Onun hidayete
ermiş olanlar arasındaki derecesini yükselt ve onun soyundan geleceklere sen
halef ol!" Bu hadisi de Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Hz. Peygamber buyurdu
ki: "Doğurgan ve sevecen kadınlarla evleniniz.
Ben çokluğunuzla diğer
ümmetlere karşı övüneceğim." Bu hadisi de Ebu Davüd rivayet etmiştir-
Bu anlamdaki haberler
pek çoktur ve bunlar çocuk sahibi olmayı teşvik etmektedir. Çünkü insan
hayatında da ölümünden sonra da çocuğundan faydalanmayı umud eder. Hz.
Peygamber de: "Sizden bir kimse öldü mü üç şey müstesna ameli
kesilir" diye buyurduktan sonra: "Yahut da kendisine dua edecek salih
bir evladı olursa" diye buyurmuştur.
Şayet bu konuda bu
hadisin dışında bir buyruk olmasaydı bile bu dahi yeterdi.
4- Çoluk çocuğun
Hidayet Bulmaları için Allah'a Dua Etmek:
Bu sabit olduğuna göre
insana düşen görev, çocuğunun, hanımının hidaye te ermesi için yaratıcısına
yalvarıp yakarması, onların hidayet, salah, iffet ve emir ve buyruklara riayeti
onlara ihsan etmesini; din ve dünyası için kendilerine yardımcı olmalarını
istemesi gerekir. Böylelikle dünyasında da ahiretinde de bunlardan büyük bir
fayda sağlamış olur. Nitekim Hz. Zekeriyya: ''Rabbim, Sen onu razı
olduklarından kıl"(Meryem, 6) diye dua ettiği gibi: ''Bana katından temiz
bir soy bahşet" diye de dua etmiştir.
Yüce Allah (bir başka
yerde salih insanların dualarını bize nakletmekte ve) şöyle buyurmaktadır:
''Rabbimiz, bize eş ve çocuklarımızdangözlerimizin aydınlığı olacak (salih
evlat)lar ver ... "(Furkan, 74)
Resulullah (s.a.v.) Hz.
Enes'e dua ederek şöyle buyurmuştur: "Allah'ım malını ve çocuklarını
çoğalt ve bunları onun için mübarek kıl" Bu hadisi de Buhari ve Müslim
rivayet etmiştir. Bu kadarı da bizim için yeterlidir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN